İstanbul'dayken gitmem gereken yerleri listelemistim ama yoğunluktan ve sıcaktan kendimde keşif gücü bulamıyordum. Ki fotoğraf makinemle attım kendimi tramvaya.
Kabataş'tan Karaköy'e kendi başıma ilk gelişimdi. İstanbul'un göbeği kaosu da hissettiriyor tam tersini de. Galata Kulesi'ne giden ara sokaklardan geçerken turist gibi herşeyin fotoğrafını çekiyordum. Çünkü tarih ile bütünleşmiş her türlü izi taşıyan sokaklardı buralar. Daha ilk adımıma dimdik yükselen ikiyüz basamaklı gibi bir merdivenle başlamıştım, o zamandan beri yokuş yukarı, kıvrıla kıvrıla devam ettim. Sonra bir baktım ki Galata başımın üzerinde yükseliyor. O kadar kalabalık tı ki içini gezip manzaraya bir de en tepeden bakamadım. Bunu da bir dahaki sefere bıraktım.
Bir zamanlar internette rastladığım, çok sevilen Cha'ta Galata'yı aramaya başladım. Belki bazılarına o sokaklar çok kolay gelebilir ancak ilk keşfimde bana oldukça karmaşık geldi. Birden kalabalıklaşıp aniden ıssızlaşan sokakları var. Bir kaç defadan sonra belki alışabilirim. Bu arada İstiklal caddesi'ne dek yürümüşüm farketmeden. Sonra neyseki buldum Cha'ya Galata'yı. Yeşil çaya bayılmama rağmen ağır çeşitlerinin olduğunu öğrendim. Bir kırmizi çay olan (yanılmıyorsam) rcoibos vanillia çayı ile bir başlangıç yaptım. Tadı yumusacık ve hafiften vanilla kokulu bu çay bana günün en huzurlu çay keyfi saatini yaşattı. Eğer yolunuz düşerse bir de havuçlu kekini tavsiye ederim. Enfesti. Çıkmadan önce bu güzel dizayn edilmis, zevkli çay evinin hikayesini öğrenmek istedim ancak Cafe sahibi o gün orda değildi. Bunu da bir sonraki ziyaretime erteledim böylece. Dönüşte arnavut kaldırımli taş yokuşları inmek o kadar da yormadı mesela. Kalabalığa karıştım sonra.
yol tarifi ve incelemek isterseniz diye buraya tiklayin.
0 Comment :
Post a Comment